İkinci Dünya Savaşı bütün dehşetiyle sürerken Çekoslovakya da Nazilerin işgali altındadır. Gestapo, halkın direniş hareketini bastırmak için yerel işbirlikçileri de kullanmaktadır. Bölgenin yöneticisi olan acımasız Alman generali Reinhard Heydrich, bir suikast sonucu ağır yaralanır. Masha Novotny adlı genç kız, Alman askerlerine yanlış bilgi vererek suikastı gerçekleştiren kişinin kurtulmasını sağlar. Prag’da sokağa çıkma yasağı uygulanınca, suikastçı Novotny ailesinin evine sığınır. Kendini bir mimar olarak tanıtan suikastçı geceyi evde geçirdikten sonra ortadan kaybolur. Reinhard Heydrich hayatını kaybedince Gestapo katili bulmak için halk üstündeki baskıyı daha da arttırır. Yüzlerce Çekoslovak vatandaşı tutuklanır. Katil teslim edilmedikçe tutukluların parça parça idam edileceği ilan edilir. Babası tutuklanan Masha, katili bulmak ve teslim olmaya ikna etmek için harekete geçer. İdam sırası babasına gelirken Gestapo ve direnişçiler arasında adeta bir satranç maçı başlamıştır.

Cellatlar Da Ölür!, Nazi Almanyası’nın en üst rütbeli subaylarından Reinhard Heydrich’in suikastını takip eden dönemi anlatır. Olaydan kısa süre sonra, savaş henüz devam ederken ve Çekoslovakya henüz işgal altındayken çekilen film tarihi gerçekleri bütünüyle yansıtmaz. Reinhard Heydrich, işgal altında olmasına karşın Nazilerle yeterince işbirliği yapmaya yanaşmayan Çekoslovakya’nın yönetimine geldikten sonra Müttefikleri rahatsız edecek kadar başarılı olmuştur. Uyguladığı acımasız yöntemler nedeniyle “Prag Kasabı/Celladı” olarak anılır hale gelen Heydrich, İngilizlerin eğiterek gönderdiği iki Çekoslovak vatandaşının saldırısına uğramış, silahını çekerek karşı koymuş, bu sırada atılan bomba ile yaralanmıştır. Suikastçılar olaydan kısa süre sonra öldürülürken Heydrich de, penisilinin henüz ulaşamadığı hastanede, mikrop kapmış yarası nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Filmde, suikastçının aslında Prag’da bir hastanede çalışmakta olan bir cerrah olması ve halktan sonsuz destek görmesi, olayla ilgili gerçeklerin henüz yeterince bilinmemesinden çok Müttefiklere ve Çekoslovak halkına yönelik bir propaganda amacı güdüldüğünü düşündürmektedir.

Cellatlar Da Ölür!, Nazi Almanyası’nda hayat olanağı bulamayan iki Alman’ın, savaş sürerken gerçekleştirmeyi başardığı ortak bir eserdir: Bertolt Brecht, filmin hikayesini Fritz Lang için yazmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın bu dramatik olayı Suikast, Komplo ve Anthropoid gibi filmlere de konu olmuştur. Reinhard Heydrich önemli bir tarihi kişilik olarak çok sayıda filmde de boy göstermiştir. Brecht ve Lang ikilisi, Reinhard Heydrich’i filmin başında kısa bir süre sonra gösterdikten sonra suikast sonrası gelişen olaylara odaklanır. Başlangıçta oldukça zeki, dikkatli, çalışkan ve başarılı oldukları izlenimi veren Gestapo subaylarının, ipuçlarını izleyerek suikastçıya adım adım yaklaşırken giderek maharetlerdeki üstünlüğü direnişçilere bırakması, zaferin sonunda dirençli Çekoslovak halkının olacağını izleyiciye müjdeler. Ancak direniş övülürken karşı tarafın giderek daha olumsuz özelliklerle donatılması, filmin izleyicide oluşturduğu gerçekliği de zedeler.

Filmde, Gestapo ve direnişçiler arasındaki mücadele zaman zaman bir satranç maçını andırırken bir anda gerçek satranç taşları da ortaya çıkıverir! İdam sırası bekleyen esirlerden, Masha’nın babası Prof. Stephen Novotny, kendisi gibi yaşlı bir adamla oynadığı satranç maçının sonuna gelmiştir. Meraklı bir kalabalığın ve oyun dışında kalıp kutuda yerini almış satranç taşlarının dikkatle izlediği maçta, beyazın son hamlesi ile yenilgiyi kabul eden Prof. Stephen Novotny usta rakibini izleyiciye tanıtır: “Doğrusu yenilmekten hoşlanmam, hem de çok tanınmış bir şair tarafından! Sizinle kişisel olarak tanışmayı hep istemiştim Bay Necval.” Şair Necval de ününü duyduğunu söyleyerek rakibini onurlandırır. İkilinin sohbeti, satranç maçının bitmesini sabırsızlıkla beklediği anlaşılan genç bir adam tarafından kesilir. Necval’den yeni karaladığı bir şiiri okumasını ister. Parçalanmış bir kağıda yazılan şiir Necval’in okuyamayacağı kadar karalanmıştır gerçekten. Genç şairin, yurtsever şiirini büyük bir coşkuyla okuduğu sahne, filmin duygusal olarak doruğa çıktığı anlardan biri olur.