Gemiye Veda Küçük bir Japon köyünde, medeniyetten yalıtılmış bir grup köylü yaşamaktadır. Yakın akrabalar arası evliliklerden doğan çocukların sakat olacağı inancıyla akraba evliliklerinin hoş görülmediği köyde, Sutekichi ile Su-e kuzen olmalarına rağmen âşık olup evlenmişlerdir. Ancak, Su-e’nin babasının, çiftin sakat çocuk sahibi olmalarını engellemek için kızına taktığı bekâret kemeri cinsel birleşme yaşanmasına olanak vermez. Bu durum nedeniyle genç karıkoca köylüler tarafından sürekli aşağılanır. Böyle tartışmaların birinde, Sutekichi, köyün tek saatine sahip olan en saygın ailesinin lideri olan Daisaki’yi öldürür. Sutekichi bundan sonra giderek aklını yitirir, sürekli Daisaki’nin hayaletiyle konuşur, unutmamak için her varlığın üstüne adını yazdığı etiketler asar. Günün birinde evlerine bir saat almaları köylülerle aralarındaki gerilimin doruğa çıkmasına neden olur. Gemiye Veda, Gabriel García Márquez’in ünlü eseri Yüzyıllık Yalnızlık’tan esinlenmiştir. Márquez’in Nobel Edebiyat Ödülü aldığı 1982 yılında filme odaklanan Terayama romanın tamamını aktarmaya hiç girişmemiş, ensest, bekâret kemeri, duran zaman, teknolojinin insan hayatına mucizevî girişi gibi çeşitli temaları çekip almıştır. Atilla Dorsay’a göre hiç yankı yapmayan, hemen hiçbir ülkede gösterilmeyen film o sıralar oldukça hasta olan yönetmenin bu durumundan oldukça etkilenmiştir. Filmini tamamladıktan kısa süre sonra, 1983’de siroz nedeniyle hayatına kaybeden Terayama, eserinin 1985 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye adayı olmasını da görememiştir. Terayama, kendi iç dünyası ile büyülü gerçekçiliğin oluşturduğu alaşımın perdeye bir tür yansıması olarak, gerçeküstü, fantastik, zamansız, tanıdık gelse de sanki bir başka gezegende kurulu olan bir dünya yaratır. Her varlığa, karısına ve kendisine dâhil etiket koyan adam, genç erkekleri peşinden sürükleyen bir orman perisi, zamanı kontrol eden saatler, giderek genişleyerek yaşayanlarla ölüler dünyası arasında bağlantı sağlayan dipsiz çukur, kısa sürede büyüyerek cinsel olarak saldırgan bir erkeğe dönüşen çocuk, düzgün yontulmuş devasa bir taş blok, terk edilmiş evde gizlenmiş bir define, günlerce yol aldıktan sonra farkında olmadan yine kendi evinde sonlanan bir kaçış, kumsala gömülen saatler… Terayama, her biri ustalıkla bulunmuş nesneler ve olgularla doldurduğu, olağanüstü renkler kullandığı filmini zaman zaman yeşil filtreleyerek zaman zaman siyah beyaz akıtır. Sinematografik olarak, Kurosawa'nın Düşler ve Jodorowsky’nin El Topo filmleri tadında rengârenk bir şelaleyle baş başa bırakır bizi. Yönetmen kendi kurduğu bu büyülü dünyayı da kendi eliyle yıkar; O düşsel insanlar telefon, elektrik gibi uzuvlarıyla köylerine kadar uzanan büyük kentin çekimine kapılır, büyüsünü yitiren köylüler sıradan kentlilere dönüşür. Yönetmen böylece adeta insanın büyülü yaşamını bozan modern kent yaşamını eleştirirken geride kalan o büyülü dünyaya da son bir ağıt yakar.
© 2013 www.erginciftci.com Tüm Hakları Saklıdır. | ||||||||||||||||||||||||
1327 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |